Ana içeriğe atla
                         Aliya İzzetbegoviç'in Türklere yazdığı mektup




"Merhaba Efendim,
Ben Aliya.
Aliya izzetbegoviç.
Bosna-Hersek'in Cumhurbaşkanıyım.
Sizi Devlet-i Aliyye'nin en güzel şehirlerinden birinden, BosnaSarayı'ndan, sizin daha sık kullandığınız haliyle Saraybosna'danselamlıyorum.
Bu kısacık sohbetimizde, parçası olduğumuz Avrupa'dan, Avrupa'nınve Batı'nın aslında ne olduğuna dair bazı tecrübelerimden bahsetmekistiyorum.
Belki bilirsiniz, benim dedem Devlet-i Aliyye'nin ordusundaaskerlik yapmıştı, Üsküdar'da. Orada tanıştığı bir Türk kızıyla,ninem Sıdıka ile evlenmiş. Babam Mustafa Bey, bu evlilikten doğmuş.Biz ailece 1927'ye kadar Bosanski Samac şehrinde yaşadık. Bu şehirSultan Abdülaziz zamanında Müslümanlara tahsis edilmiş,Semendire'den gelen Boşnaklar tarafından kurulmuş. Ben ikiyaşındayken Saraybosna'ya taşınmışız. Çocukluğum ve öğrenciliğimSaraybosna'da geçti. Bu dönemde Yugoslavya'da Kara Corceviçhanedanı hüküm sürüyordu. Bu hanedan, 19. yüzyılda Devlet-iAliyye'ye isyan eden Sırp Kara Corceviç'in kurduğu hanedandı.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Corceviçier planlı bir şekildeMüslüman halkı yok etmeye yönelik politikalar uyguladı. Yapılantoprak reformuyla bize ait 10 milyon dönüm toprağa el koydular.Birçok zengin aile, bir gecede herşeylerini kaybetti, Müslümanlarvarlıklı uyandıkları günün akşamına fakir bir halk olarakgirdi.
Bosna'da üç halk yaşıyordu: Müslümanlar, Sırplar, Hırvatlar.Aslında onlar bizi Müslüman diye ayırmıyorlardı, bize Türkdiyorlardı. Sırpların gözünde 1389 Kosova Savaşı'nda burayıfetheden Türkler bizdik yani Boşnaklar. (Siz de sorguladınız mıbilmiyorum ama ben 28 Haziran 1389 ile 28 Haziran 1914 arasındaküçük de olsa kurnaz bir bağ olduğunu düşünmüşümdür. Hatırlarsınız,28 Haziran 1914 günü, Saraybosna'da bir Sırp milliyetçisi olanGavrilo Princip'in ateşlediği kurşun, Birinci Dünya Savaşı'nıbaşlatmıştı. Bu savaşın en önemli amacı ise Devlet-i Aliyye'yiçökertmek ve sömürgecilere karşı direnen son kaleyi tarumaretmekti. Bunu başardılar da.)
Boşnaklara sorarsınız, tarihi hafızamızda üç tarihin çok önemliolduğunu söylerler. Birisi bu 1918. ikincisi Devlet-i Aliyye'ninBosna topraklarından çekilmeye başladığı, Avusturya-Macaristan'ınyavaş yavaş hüküm sürdüğü 1878. Son olarak da artık Türkhâkimiyetinin tamamen son bulduğu ve Sultan Abdülhamid'inresimlerinin duvarlardan indirilip Avusturya-Macaristanimparatorunun resimlerinin asıldığı 1908. Babam o günleri gözüdolarak anlatırdı hep. Çünkü 1908'den sonra biz Boşnaklar çok büyüksıkıntılar yaşadık.
İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Sırplar ve Hırvatlar, ülkemizi ikiyeayırmaya karar verdiler. Hangi şehirde kimin daha fazla nüfusuvarsa, o şehir o devletin olacaktı. Sırp ise Sırbistan'ın, Hırvatise Hırvatistan'ın… Türklerin yoğun olduğu bölgelerde Türkler hiçhesaba katılmadan sayım yapılacaktı. Tuhaf olan ise Bosna'da enfazla nüfusa sahip milletin Türkler olmasıydı. İkinci ayrışmayıSoğuk Savaş'ın sona ermesi ve Yugoslavya'nın dağılmasıyla yaşadık.Bu yüzyılın bizce en hazin, en zalim, en yoksul vakitleri, 1992 ile1995 arasına âdeta sıkıştırılmış o felaket günlerdi. Hele insanonurunun tamamen ortadan kalktığı, vicdanın yok olduğu, insanlığın,evet insanlığın kaybolduğu Temmuz 1995…
Efendim,
Boşnak kime deniliyor? Sırplara ve onları himaye eden Avrupalılarasorarsanız, Avrupa'ya İslamı yaymaya çalışan Türklere deniyor.Peki, Türklere sorsanız nasıl bir cevap alacaksınız? Çoğu,Boşnaklara Müslüman olmuş Slav bir ırk diye tanımlıyor. Benim içinırk zaten önemli değil. Hele 1992-1995 arasında yaşadıklarımızdansonra Boşnak isminin anlamı çok değişti. Ben size Boşnak'ı“Kültürünü, dinini, kimliğini sömürmeye çalışan güçlere karşı canıpahasına direnen millet” diye tanımlasam ne dersiniz, bilmiyorum.Benim gözümde, Türkiye'den bize destek olmak için gelen savaşçılarda Boşnak'tır. Bosna ismini duyduğu an, kalbinin bir köşesindeküçük bir sızı hisseden başka milletlerin insanları da…
Dedelerimizin seksen yıl önce Çanakkale'de ve Yemen'de korumayaçalıştıkları şey neyse bizim Saraybosna'da ayakta tutmayaçalıştığımız şey oydu. Dünyayı sömürgeleştirmek isteyen, bunun içinbazen dini, bazen dili bazen ırkı, bazen mezhebi kullananişgalcilere karşı insanlığı, kardeşliği bir arada yaşama idealinikorumak için direndik. Bu idealin adı Bosna'ydı. Boğazı sıkıldı,kurşuna dizildi, aç bırakıldı, tecavüz edildi, yalnızlaştırıldı veölüme terk edildi.

O günü hiç unutmuyorum:
Yugoslavya'nın artık dağılacağı belli olmuştu. Slovenya veHırvatistan, bağımsızlıklarını ilan ettiler, Avrupalı devletleronları hemen tanıdıklarını açıkladılar. Biz, Boşnakların,Hırvatların ve Sırpların birlikte barışla yaşayacakları bir devletisavunuyorduk. Ama Sırplar bizim gibi düşünmüyorlardı.Yugoslavya'nın hiç parçalanmadan, tamamıyla Sırp hâkimiyeti altındaBüyük Sırbistan adıyla devam etmesini planladılar. Kimliğimizi yokedeceklerdi, bizi insan olarak bile görmeyeceklerdi.
Yugoslavya ordusunun bütün silahlarına, Yugoslavyaistihbaratının bütün araçlarına el koydular. Bosna-Hersek olarakbağımsızlığımızı ilan etmeye kalktığımızda Avrupa bizden referandumistedi. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatların katıldığı referandumda %64,4 bağımsızlık yönünde oy kullanıldı. Biz haklıydık ama o günSırp askerleri topraklarımızı, devletimizi işgal etmeyebaşladı.

Silahımız yoktu. Tankımız, roketatarlarımız, uçaklarımız, bombalamada… Hepsine onlar el koymuştu. Birleşmiş Milletler'e başvurduk.Avrupa'dan ve Amerika'dan adaleti, hakkı, hukuku, yıllardırsavundukları demokrasiyi, hürriyet hakkını, kendi koydukları ve varolduğunu savundukları ilkelere sahip çıkmalarını talep ettik.Yardım dilenmedik, para ve silah da…
Sadece ama sadece silahsız ve korunmasız halkı koruyacak bazıtedbirler talep ettik. Çünkü Birleşmiş Milletler bunun içinkurulmuştu; barışı, demokrasiyi korumak, soykırımlara engel olmak.Toplandılar, bir karar açıkladılar. “Savaşın üstüne savaş eklemekistemiyoruz.” dediler. Silah satışına ambargo koydular.
Bu ne demekti? Bütün Sırplar silahlıydı, ama artık ambargosebebiyle, direnmeye başlayan Boşnaklara silah satışıyasaklanmıştı. Avrupa ve Amerika, Müslümanları, Türkleri yani sizindeyişinizle biz Boşnaklara elimiz kolumuz bağlı hâlde düşmanımızınönüne sürdü.
1200 gün boyunca gece ve gündüz cehennemi yaşadık.
1200 gün boyunca Avrupa'dan, Amerika'dan sesimizi duymalarınıbekledik.
Her gün bizi kandırdılar, her gün bizi aldattılar.
Çare bulmak ümidiyle gittiğimiz her toplantının aslında düşmanımızadaha fazla zemin hazırlama çalışması olduğunu fark edinceAvrupa'nın ne demek olduğunu anlamıştım

Onlar için biz yoktuk. Avrupa'nın ortasında bir halk, sadeceMüslüman olduğu için, hakkını-hukukunu demokrasiyle aradığı içinkatillerin önüne elleri bağlı halde terk edildi. Ben halkımı birsavaşın yaklaştığına dair ikaz ettim, ama itiraf etmeliyim ki birsavaşın içinde olduğumuzu söylerken bile 20. yüzyılda bir milletesoykırım uygulanacağını, hele bunun Avrupa'nın gözünün önünde vehemen yanında, onların göz yummasıyla yaşanacağını hiç ama hiçdüşünmemiştim. (Soykırım elbette soykırımdır.
Mesela neredeyse aynı tarihlerde Afrika'da yaşanan ve bir milyonkişinin ölümüyle sonuçlanan Ruanda Soykırımı için Fransa DevletBaşkanı François Mitterand'ın “Oralarda yaşanan şeylerin ciddiyealınmasını gerekli görmüyorum.” dediğini duymuştum. OrasıAfrika'ydı. Yıllarca Fransızlar ve İngilizlerin sömürdükleritopraklar. Ben de Fransızların, İngilizlerin oralara bu kadarumursamaz baktıklarını biliyordum. Biz Avrupa'da olduğumuz için enazından bir sorumluluk hissedeceklerini düşündüm. Yanılmışım.)

Peki, neler oldu Bosna'da?
Bosna, dört bir tarafından Sırp askerleri tarafından kuşatıldı.Boşnaklar, tarihte eşine az rastlanır bir direniş sergilediler.Kendi tüfeğimizi yapmaya çalıştık, kendi silahlarımızı üretmeyeuğraştık. Şofbenden bombalar, soba borularından roketatarlaryaptık. Ama hiç tankımız olmadı mesela. Savaşı yaşamayan kişiye onuanlatmak çok zordur. Anlayamazsınız.
Dört tarafı dağlarla çevrili bir şehre, her taraftan ateşedildiğini düşünün. Hareket eden herşeyi vurma emri veren birzihniyet düşünün. Çocuk, kadın, bebek, yaşlı ayırmayan bir yöntemdüşünün. Ağır silahlardan 700 bin merminin yağdığı bir şehrin nehale gelebileceğini hayal etmeye çalışın. Milyonlarca boş kovan…Elinizdeki insani malzemenin tükendiğini… Şehirde gıda bitti, temizsu şebekeleri yok edildi. Elektriğimiz ve gazımız yoktu. Odun vekömürümüz de… Şehre giriş ve çıkış da yapılamıyordu.
Bir kuşatmaydı bu.
Çocuklarımız, bebeklerimiz, yaşlıları açlıktan, bakımsızlıktanöldüler. Birleşmiş Milletler, yardım gönderiyoruz diye bize otuzyıl öncesine ait konserveleri, pirinç paketlerini gönderdiler. Bukonserveleri sokağa koyduğumuzda, kapağını henüz açmadan köpeklerbile onların kokusunu alıp hemen kaçıyorlardı.
Savaşı yöneten bir lider olarak aldığım en acı haberler,kadınlarımıza ve kızlarımıza yönelik tecavüzlerdi. MaalesefBosna'nın her tarafından, Mostar'dan, Srebrenitsa'dan bu türhaberler alıyorduk. Bu, Sırp askerlere verilmiş kati bir emirdi.Sırp entelektüellerin teorisini yazdığı etnik temizliğin birparçası olarak Sırp yöneticiler tarafından kurgulanmış iğrenç birplandı. Bir gün Brçko'da üç bin kardeşimizin boğazlanıp nehreatıldığını öğrendik, başka bir gün toplu soykırım Kosaraz'da devametti, peşinden Prijedor'da…
Ve sonra bütün Bosna'da…

Biz Sırplara düşman değildik. Onların yöneticilerinin bize ve ortakyaşama idealine karşı çıkmalarına direniyorduk. Yani Sırpdevletinin takip ettiği işgal politikasına… Ama düşmanımız yaniSırplar, doğrudan bizim milletimize düşmandı. Savaşta bile olsak,inançlı birer Müslüman olarak Kitab ne emrediyorsa ona göredavranmak zorundaydık. Öyle de davrandık. Bunu, insanlık veİslamlık onuruyla ve gururla söyleyebilirim. Sırplar, şehitlerimizigömdüğümüz mezarlarımıza bile tahammül edemediler, hepsini tarumarettiler. Sadece mezarlarımızı değil, tarih? eserlerimizi de…
Yüzyılların kıymeti Mostar' daki köprümüz, Saraybosna'daki NAHITKütüphanemiz ki bu kütüphane Avrupa mimari tarzına göre inşaedilmişti. Yıktılar, yaktılar. Yıkılan 1300 camimizi saymaya gerekvar mı bilmiyorum.
200 bin insanımızın öldüğünü, binlerce kadınımıza ve çocuğumuzatecavüz edildiğini, insanlarımızın açlıktan kırıldığını ve yüzbinlerce vatandaşımızın yurtlarından kaçmak zorunda kaldığınıgördükleri halde Fransa, İngiltere, Rusya gibi büyük devletler neyaptı dersiniz? Onlardan sadece Saraybosna'ya uygulanan ambargoyukaldırmalarını istediğimiz zaman, Güvenlik Konseyi toplandı vetalebimiz işte bu modern ve demokrat devletler (!) tarafındanreddedildi. Ben hem onların, hem Sırpların bana karşı işlediğisuçları affedebilirim, askerlerime karşı işledikleri suçları da…Ama söyleyin, hangi sabır, hangi vicdan, hangi inanç onlarınkadınlarımıza ve kızlarımıza yaptıklarını affettirebilir? Aslaaffetmeyeceğim.

Bütün bu anlattıklarımdan sonra Batı'nın ve Avrupa'nın Bosna'dayaşanan soykırıma müdahale etmediğini söylemiyorum. Yanlışanlaşılmasın. Onlar, bu soykırıma doğrudan ve çok etkili birşekilde müdahale ettiler: Sırplara yapabilecekleri her türlüyardımı perde arkasında yaptılar, Boşnakları elleri kolları bağlıbıraktılar ve sonunda zeminini hazırladıkları Müslüman kıyımınıoturdukları yerden seyrettiler.
Saraybosna'yı, Mostar'ı gezerken göreceksiniz ki bizimşehirlerimizde park yoktur. Bütün parklarımız şehitlerimizinistirahatgâhı. Boşnakların en mahir olduğu işlerden biri de mezartaşıdır. Bu sözün ne anlama geldiğini şehirlerimizin dört birköşesinde karşınıza çıkacak şehitliklerimizde göreceksiniz.
Dünya Bosna'yı o mucizeyi ve onurlu direnişiyle hatırlasınistesem de bizim yüreğimizde sakladığımız ama yine de yüzümüzeyansıyan şey “acı"dır. Lütfen bu söz sebebiyle bize acımanızgerektiğini düşünmeyin, hatta sakın bize acımayın. Çünkübahsettiğim bu acı ancak bir Boşnak'ın anlayabileceği ve hakkıylayaşayabileceği bir histir. Biz acınacak bir millet değiliz aksinebastığımız her adımda gururla yürüyoruz.

Size Bosna hakkında anlatmak istediğim son şey çoğunuzun üstünkörübildiği, bazı detaylarına vakıf olmadığı Srebrenitsa Olayıhakkında… Bir insanın hayatında karşılaşabileceği en aşağılayıcı,en zalim, en adi günlerin yaşandığı katliam… İnanın, o günSrebrenitsa'da bulunan binlerce Boşnak kardeşimize Allah'ınKitap'da bize anlattığı cehennemi tarif etseniz, onlar o cehennemesığınmak için ne yapmaları gerekiyorsa mutlaka yaparlardı. Ama bunabile fırsatları olmadı.

Srebrenitsa, Sırbistan sınırına yakın olan bir şehrimizdi.Birleşmiş Milletler savaş devam ederken burayı Güvenli Bölge ilanetti ve Hollandalı bir askeri birliği şehrin beş kilometreyakınına, Potocari'deki kampa yerleştirdi. Şimdi dinleyeceklerinizilütfen yüzlerce yıl önce yaşanıp bitmiş bir hadise olarakdinlemeyin. Henüz yirmi yıl önce yaşanmış ve etkileri hâlâ devameden çok taze bir dramdır bu.
Güvenli Bölge ilan edilen bir yerde "Avrupa'nın ilkeleri” gereğiinsanlar silahsızlandırılır. Boşnak kardeşlerimiz de Avrupa'yagüvenerek ve artık NATO, BM gibi kurumların koruması altınagirdiklerini düşünerek silahlarını teslim ettiler.
Fakat 1995'in Temmuz'unda Sırplar, Radko Mladiç komutasındaSrebrenitsa'yı abluka altına aldılar. Dağlardan sivil insanlaratanklarla, toplarla saldırmaya başladılar. Çevre kasaba veköylerdeki vatandaşlarımız, büyük bir korkuyla güvenli yerbildikleri Srebrenitsa'ya sığındı. Şehrin nüfusu bir anda katbekatarttı. Artık bırakın evleri, sokaklarda bile yatacak yer, yiyecekgıda kalmamıştı. Mladiç, bir insanın asla yapamayacağı bir planlasilahsız ve korunmasız bu insanların üzerine ateş kustu.
Binlerce Boşnak, canını kurtarmak üzere Potocari'deki BM kampınasığındı. Şehir boşaltılmış, yirmibine yakın masum sivil halk,kampın etrafına kaçmıştı. Gücü yetenler ise ormanlara dalıp Tuzlatarafına doğru koşmaya ve kurtulmaya çalıştı.
Mladiç, askerleriyle birlikte Srebrenitsa'ya girdiğinde yakılmışevler, yıkılmış camiler ve okullarla karşılaştı. Sokaklarda tek birinsan bile yoktu. Büyük bir keyifle gezindiği caddelerde“Nihayet Türklerden intikamımızı alıyoruz, artık onlarıAvrupa'dan tamamen kovmanın zamanı geldi.” diye konuşuyor,askerlerini tebrik ediyordu.

Bugün Almanya'ya gitseniz, sokaklarda karşılaştığınız herhangi birAlman vatandaşının yüzüne baksanız, Yahudi soykırımı sırasındayaşanan insanlık dışı olayları bu insanların yaptığına inanırmısınız? Ben inanamıyorum. Tıpkı sokakta karşılaştığım bir Sırp'ıno gün Srebrenitsa'da yaşananları yapacağına inanamadığım gibi.Fakat yaptılar.
Maalesef yaptılar.
Miadiç, askerleriyle Potocari'deki kampa geldi. Kampa sığınan bütünsivillerin kendisine teslim edilmesini istedi. O gün, oradabulunmalarının tek sebebi, silahsız ve korunmasız hâlde kendilerineyalvaran halkı korumak olan birliğin komutanı, hiçbir dirençgöstermeden bu isteği kabul etti.
Şimdi gözlerinizi kapatın ve erkek, kadın, çocuk, yaşlı yirmibin kişinin aynı anda “Bizi teslim etmeyin,öldürecekler.” diye yalvardığını düşünün. Nasıl hüzünlü veuğultulu bir ses, değil mi? Mahşer yeri denilen bu olsa gerek. Busesi umursamamak için ne kadar zalim olmanız gerekir, bir fikrinizvar mı?
Sizin yoksa da tarihin bir fikri var: BM Bosna Barış GücüKomutanı, Fransız General Bernard Janvier veya Hollanda AskeriBirliği Komutanı General Tom Karremans olmanız yeterli!
Bombardıman altındaki Güvenli Bölge'yi korumak için bir tek adımbile atmayan bu beyler, yirmibin masum sivili o gün Radko Mladiç'eteslim ettiler. NATO'ya bağlı uçakların, karargâhtan havalandığınıama İtalya üzerindeyken yeni bir emirle geri döndüğünü artıkhepimiz biliyoruz.
Peki, o gün orada neler oldu?

Size söylemiştim, bize yapılan herşeyi affedebiliriz amakadınlarımıza ve çocuklarımıza yapılanları asla affetmeyeceğiz.
Dokuz yaşında henüz ergenliğe girmemiş bir erkek çocuğunu düşünün.Yanında annesi var. Sırp askerler, çocuğun kafasına silahdayıyorlar ve ondan çırılçıplak soydukları kadına yani annesinetecavüz etmesini istiyorlar. Sonunda askerlerin istediğiniyapamayınca kafasına yediği tek kurşunla ölüyor. Bu sıradaHollandalı Barış Gücü askerleri kulaklarına takılı kulaklıkla müzikdinliyorlar.
Bir kadın, kucağında beş yaşında kız çocuğu. İki asker, kızıannesinin kucağından indirmeden kadının ellerini ve bacaklarını ikiyana açıp üçüncü bir askerin tecavüzüne yardım ediyor.
Bu sırada Birleşmiş Milletler komutanı, askerlerin önderiMladiç'le aynı masada bira içiyor.
Bir bebek. Kampın etrafındaki binlerce insan gibi ağlıyor. Sesi,askerleri rahatsız etmiş. Annesine “Kes şunun sesini!” diyebağırıyorlar. Kadın bebeğini sarıp sarmalıyor, susturmaya çalışıyorama başaramıyor. Asker “Sen susturamazsan bensustururum.” deyip elindeki çakıyla bebeğin dilini kesipyere atıyor.

Türk'ün evladı…
Unutma.
Ben Aliya,
Boşnakların içinde herhangi biriyim. O gün bütün Avrupa biziyapayalnız bıraktı. Üç gün içinde sekiz bin vatandaşımızıkatlettiler ve toplu mezarlara gömdüler. Binlerce kadınımızatecavüz ettiler. Binlerce çocuğumuzu yetim bıraktılar.
Henüz mezarlarını bulamadığımız kaç kardeşimiz daha var,bilmiyoruz. Önce, hepsini sıraya dizip tek tek öldürmeyebaşlamışlar. Elinize kazma kürek verildiğini, bir çukurkazdırıldığını, sonra kafanıza bir kurşun sıkıldığını düşünün.Biraz zaman geçince işin çok uzun süreceğini anlıyorlar. Bu kezyirmili, otuzlu, kırklı gruplar hâlinde daha büyük çukurlarkazdırıyorlar. Vatandaşlarımızı bu kuyuların içine atıp üstlerinekurşun yağdırıyorlar.
Bu kez de çok fazla mermi harcandığını anlayıp başka bir yolabaşvuruyorlar. Çukurlara doldurulan kardeşlerimizin üstüne bombaatıp onları paramparça ediyorlar. Onların mezarını biz bulmadık.Kelebekler buldu. Mavi kelebekler. Sadece toplu mezarların olduğuyerde biten bir çeşit bitkiyle beslendikleri için bazı bölgelerekümelendiklerini anladık. Nerede mavi kelebek gördüysek orayıkazdık. Binlerce şehidimizi çıkarıp Potocari'deki şehitliğedefnettik.

Biz “Bosna'da kendi devletimiz olsun.” demedik,onlar dediler. Biz “Bosna'da sadece bizim dinimizolsun.” demedik, onlar dediler. Biz “Bosna'dasadece bizim kimliğimiz olsun.” demedik, onlardediler.
Bizim Bosna'da savunduğumuz şey, Batı'nın tüm dünyaya göğsünügererek anlattığı Helsinki Nihai Senedi'ydi, Paris Şartı'ydı,demokrasi ve hürriyet ilkeleriydi. İki yüz bin canımızıkaybettiğimizde, binlerce kadınımız karınlarında kocalarını öldürenaskerlerin bebekleriyle terk edildiğinde, yirmi dokuz günlükbebeklerimiz öldürülüp toprağa düştüğünde Avrupa'nın anlattığışeylerin koca bir yalan olduğunu anladık.
Amerikan Başkanı George Bush'a toplama kamplarını, tecavüzleri,ambargoyu delilleriyle gösterdiğimde verdiği tepki dünyanın nasılyönetildiğini öğretti bana. Petrol için Irak'a bir gecede savaşaçan ama buna demokrasi kılıfı uyduran, yıllarca Afganistan'da,Pakistan'da, Afrika'da, Filistin'de, Hindistan'da askeri operasyonyapan Amerikan Başkanı, anlattıklarımı dinledikten sonra tek bircümle söyledi bana: “Bosna bizim meselemiz olamaz, o,Avrupa'nın bir iç meselesi.”

Ben Aliya,
Aliya İzzetbegoviç.
Unutma, Türk'ün evladı!
Sömürgeciler, bütün ilkeleri kendi menfaatleri için koyuyorlar vekendi çıkarlarını korumak için denklem kuruyorlar. Onlarındemokrasi dedikleri, hürriyet dedikleri, aidiyet dedikleri, barışve hoşgörü dedikleri ilkeler, Saraybosna'da, Srebrenitsa'da,Mostar'da toprağın altına gömüldü. Hem de çok acı hatıralarla… Biz,kendi çocuklarımız en azından tebessüm edebilsinler diyeyaşadıklarımızı yeni nesillere anlatmıyoruz, anlatmayacağız.

Ama sen bizim yaşadıklarımızı sakın unutma!
Onlar askerleriyle, basın ve medyasıyla, kurumlarıyla çok güçlüler.Onların güçlerinden değil, ikiyüzlü olmalarından kork.
Biz, senin kardeşin olduğumuz için öldürüldük, boğazlandık,tecavüze uğradık.
Senin hafızana sahip olduğumuz için toplu mezarlaragömüldük, yok edildik.
Türk'ün Evladı,
Bizim korumaya çalıştığımız sancak, Yemen'de, Çanakkale'de,Filistin'de, Kırım'da, Açe'de, Türkistan'da korunmak istenensancaktı. O, ne bir dinin, ne bir ırkın, ne bir dilin, ne birmezhebin sancağıydı. insanlığın, tek başına insan olmanıntemsiliydi.

Sömürgecilerin karşısında sakın yere düşme.
Biz, Çanakkale'den sonra direnişi devam ettiren nesiliz.Sen, direnişin değil, dirilişin nesli olacaksın. Korumak içindeğil, düzen kurmak için çalışacaksın. Sen varsan biz olacağız. Senayaktaysan biz yaşayacağız.
Ama unutma!
Sömürgeciler, seni tamamen Asya'ya sürmek için planlarını adım adımişletecekler. Bir gün sıra sana da gelecek. Seni yok etmek için binyıldır hazırlananlar, bir gün bile durmadan çalışıyorlar.
Sen Türk'sün. Bir ırk, bir din, bir mezhep değilsin,olamazsın.
Batı, Haçlı Seferlerini düzenlerken Araplara Arapdemiyordu, Türk diyordu. Çanakkale'de Kürtleri boğazlarken onlaraKürt demiyordu, Türk diyordu. Ne zaman ki onların çıkarı için yenidevletlere ihtiyaç duydu, Arap'a Arap demeye başladı. Seni ondan,onu senden ayırdı. Bugün de Kürt'ü senden, seni Kürt'ten ayırmakiçin gece ve gündüz çalışıyor.
Türk'ün Evladı,
Biz Boşnak'ız ama Türk'üz de. Sen de kalbimde taşıdığım acıyıtaşıdığın kadar Boşnak'sın. Utanacak tarihimiz, saklayacakhafızamız yok. Sırp'a karşı sorumlu olduğumuz için değil, yasaylazorunlu kılındığı için değil, kimimiz dinimiz, kimimiz milletimiz,kimimiz Kitabımız, kimimiz ahlakımız sebebiyle vicdan sahibi olduk.Birileri öyle istediği için değil, vicdan bunu tarif ettiği içinhiçbir milletin diline, dinine, mezhebine karışmadık. Mezarlarıniçiğnemedik, ibadethanelerini yıkmadık, kadınlarına tecavüz etmedik,bebeklerini boğazIamadık.
Sen var olmak zorundasın.
Bu yüzden bir ve beraber olmak zorundasın.
Sömürgecilerin tezgahlyla saflaraayrışmamalısın.
Türk'ün Evladı,
Bizi, onların bize yaptıklarını ve sorumluluğunu sakınunutma."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Matematiğin kurucusu kimdir?

Modern matematiğin kurucusu olarak kabul edilen Descartes, bir Fransız matematikçisi, bilimadamı ve filozof. Modern felsefenin babası olarak da bilinir. 1596 yılında Fransa’nın Touraine bölgesinin La Haye şehrinde doğmuştur. Poitiers üniversitesinde hukuk öğrenimi görmüştür. Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre askeri müesseselerde görev almıştır. Daha sonra bir süre Fransa’nın dışına seyahatlerde bulunmuştur. Ardından 1628 yılında Fransa’ya geri döner. Aynı yıl felsefe ve optik üzerine değişik deneyler yapmıştır. Daha sonra, hayatının büyük bölümünü geçireceği Hollanda’ya gitmiştir. Descartes ilk çalışmasını, “Denemeler” isimli eseriyle, felsefe üzerine yapmıştir. Bu eser geometri, optik, meteorlar ve metod şeklinde dört bölümden oluşmaktadır. Descartes 1649 yılında kraliçeyi eğitmek üzere İsveç’e davet edilmiştir. Bir sonraki yıl zatürreden ölmüştür. Descartes bilimin ve özellikle matematiğin tümevarım metodunu felsefeye uygulamaya çalışmıştır. “Cogito, ergo sum”, ” I think, ther

Megalodon

megalodon ,  büyük beyaz köpek balığının  uzak kuzenidir. Uzunluğu 15-20 metreyi bulan bu büyük köpekbalığı büyük okyanusta ve atlas okyanusunda yaşamıştır. Etobur olan bu köpekbalığı okyanusun derinliklerinden yüzeye çıkan büyük  balinalarla  yalnız besleniyordu. Balinalara genelde orta boylarda ise burun, büyük bir balina ise kuyruk, küçük bir balina ise burun kısmından saldırıyordu. Keskin büyük dişleri ve güçlü çene kasları olan bu köpekbalığı çeşidi  kıkırdak  kaplı bir  iskelete  sahipti ve ayrıca 40 tona varan ağırlıkları ile  okyanuslarda  yaşamış en büyük etobur canlılardı. Ortalama yaşam süreleri 25 ile 40 yıl arasıydı.  Miyosen  ve  Pliyosen  dönemlerinde yaklaşık olarak 15.9 ile 2.6 milyon yıl önce okyanuslarda yaşamıştır. [1]  Megalodonun nesli anormal bir iklim değişikliği ile balinaların ılık iklimlerden soğuk iklimlere göç etmesiyle ve Megalodon türünün bu soğuk iklime elverişli yapısının bulunmamasından ve balinalar göç ettiği için yiyecek bulamamaktan ötürü nesli tüke